Ana içeriğe atla

Genel Yapay Zekâ (AGI): Zihin İşlev mi, Deneyim mi?

Genel Yapay Zekâ (AGI): Zihin İşlev mi, Deneyim mi?

Sohbet: ChatGPT & Ali Sebetci



Ali: Genel Yapay Zeka fikrini felsefesi ve teknolojik bakımdan değerlendirir misin? Araştırmanı sadece Türkçe kaynaklarla sınırlandırmıyorsun değil mi?


Evet—bu konuyu değerlendirirken Türkçe kaynaklarla sınırlamıyorum; alanın ana tartışmaları büyük ölçüde İngilizce literatürde döndüğü için (DeepMind, Stanford HAI, OpenAI, ACM/ArXiv vb.) bunları da temel alıyorum.

AGI (Genel Yapay Zekâ) fikri: felsefi değerlendirme

1) “Genellik” ne demek?

AGI’yi tartışmanın ilk sorunu, “genel”in ölçüsü. Bazıları AGI’yi “insan gibi her alana yayılabilen problem çözme” diye düşünürken, bazı kurumlar daha operasyonel tanımlar veriyor (ör. “ekonomik olarak değerli işlerin çoğunda insanı aşan otonom sistem”). Bu tanım farkı, “AGI geldi mi?” tartışmalarını da kaçınılmaz biçimde muğlaklaştırıyor.

2) Zihin = işlev mi, yoksa deneyim mi?

Felsefede iki ana eksen var:

  • İşlevci/hesaplamacı çizgi: Doğru türden bilgi işleme ve genelleme yakalanırsa “akıl” (en azından pratik zekâ) ortaya çıkar.
  • Bilinç/öznel deneyim itirazı: AGI’nin davranışsal olarak “genel” olması, fenomenal bilinç (qualia) taşıdığını göstermez. Burada “anlama” ile “başarıyla taklit etme” arasındaki sınır tartışmalı kalır.

3) Anlamın zemini (symbol grounding) ve “dünya ile temas”

Salt metinden öğrenen sistemler, etkileyici akıl yürütme izlenimi verebilir; ama anlamın “dış dünya” ile bağlanması (algı, eylem, geri-bildirim, bedensellik/robotik) AGI için kritik bir hat olarak görülür. Bu yüzden “model”den “ajan”a ve oradan “bedenlenmiş” sistemlere geçiş, felsefi açıdan da önem taşıyor: anlam, yalnız dilin içindeki ilişkilerden mi doğuyor, yoksa dünya ile etkileşim şart mı?

4) Etik-politik boyut: güç, sorumluluk, amaç

AGI iddiası sadece “yapabilir miyiz?” değil, “yaparsak kim kontrol eder, kim faydalanır, kim zarar görür?” sorusu. Bu çerçevede risk vurgusu yapan araştırmacıların “kapasite artışından önce güvenlik” çağrıları var.

Teknolojik değerlendirme

1) Bugünkü yönelim: LLM → ajanlar → araç kullanan sistemler

2024–2025 hattında (genel resim olarak) çıplak dil modellerinden çok, araç kullanan/ajanlaşan sistemlere kayış var: kod yazma, plan yapma, web/IDE/DB ile etkileşim, uzun görev yürütme gibi. Bu, AGI tartışmasını “tek bir model”den “sistem mimarisi + araç ekosistemi”ne taşıdı.

2) Ölçme problemi: benchmark ≠ gerçek genellik

Stanford AI Index gibi raporlar, modellerin çok sayıda ölçütte hızla ilerlediğini gösteriyor; fakat “genel zekâ” dediğimiz şey, dağılım dışı durumlarda sağlamlık, uzun vadeli planlama, nedensellik, güvenilirlik, hedeflerin tutarlılığı gibi daha sert ölçütlerde düğümleniyor. Ayrıca bazı “AGI benzeri” benchmark’lar (ARC-AGI vb.) gündemde olsa da, tek bir skorla “genellik” ilan etmek kolay değil.

3) Operasyonelleştirme denemeleri: “AGI seviyeleri”

DeepMind’in “Levels of AGI” çerçevesi, tartışmayı somutlaştırmak için performans + genellik + otonomi eksenlerinde bir sınıflama öneriyor. Bu tür çerçeveler, “AGI var/yok” ikiliğini yumuşatıp, riskleri de seviyelere bağlamayı hedefliyor.

4) Teknik darboğazlar (AGI’ye giden yolda sık zikredilenler)

  • Güvenilirlik ve doğrulanabilirlik: Uzun görevlerde hata birikimi, halüsinasyon ve yanlış araç kullanımı.
  • Uzun ufuklu planlama ve bellek: Tutarlı amaç sürdürme, çalışma belleği, kalıcı bilgi güncelleme.
  • Nedensellik ve “dünya modeli”: Sadece korelasyon değil, müdahale/karşı-olgusal akıl yürütme.
  • Güvenlik/uyum (alignment): Hedef sapması, aldatıcı davranış, kötüye kullanım (biyogüvenlik/siber vb.) endişeleri.

Dengeli sonuç

  • Felsefi olarak: AGI, “genel problem çözme”yi hedefleyen güçlü bir ideal; ama “anlama/bilinç” gibi daha derin iddialar, yalnızca performans artışıyla otomatik çözülmüyor.
  • Teknolojik olarak: Gidişat, tek bir mucize modelden ziyade ajan mimarileri, araç kullanımı, değerlendirme çerçeveleri ve güvenlik mühendisliği ekseninde ilerliyor; “AGI geldi mi?” sorusu muhtemelen bir gün/hafta haberi değil, kademeli bir geçiş olacak.

İstersen bunu bir adım daha somutlaştırıp, “AGI için gerekli görülen yetenekler” listesini (genelleme, otonomi, dünya modeli, öz-düzeltme, sosyal/kurumsal uyum vb.) tek tek yazıp, bugün hangi noktada olduğumuzu örneklerle eşleyebilirim.


Ali: Zihin işlev mi deneyim mi sorusuna odaklanmak istiyorum


Tamam—“zihin işlev mi, deneyim mi?” sorusu aslında şuna indirgeniyor:

Zihin dediğimiz şey, doğru türden işlevsel düzen (bilgi işleme, kontrol, davranış üretimi) midir; yoksa bunların üstünde/ötesinde, zorunlu olarak bir de öznel yaşantı (neye benzediği, “içeriden” hissedilmesi) var mıdır?

Aşağıda iki ana kamp ve aradaki ara pozisyonlar var.

1) Zihin = İşlev (İşlevcilik / Computationalism)

Temel iddia:
Zihinsel durumlar, “ne olduklarıyla” değil “ne yaptıklarıyla” tanımlanır.
Ağrı = belirli girdilere (doku hasarı) tepki veren, belirli davranışları (kaçınma) ve başka zihinsel durumları (inanç/istek) doğuran işlevsel bir durum.

Güçlü yanları

  • Bilimde kullanışlı: Zihni, ölçülebilir/uygulanabilir bir modele bağlar.
  • Çoklu-gerçeklenebilirlik: Aynı “zihinsel işlev” farklı maddi yapılarda (biyolojik beyin, silikon, belki başka) gerçekleşebilir.
  • AGI tartışmasına “kapı açar”: Yeterince genel işlevsel örgütlenme → zihin.

Zorlandığı yer

  • “İşlev aynıyken deneyim farklı olabilir mi?” sorusu.
  • Burada klasik itirazlar devreye girer: “Felsefi zombi” (tamamen aynı davranış/işlev ama hiç deneyim yok) gibi.

2) Zihin = Deneyim (Fenomenoloji / Anti-işlevci çizgi)

Temel iddia:
Zihnin özü, öznel deneyimdir: kırmızının “nasıl göründüğü”, acının “nasıl hissettirdiği”, bilinçli farkındalık. İşlevsel açıklama, bunu tam yakalayamaz.

Güçlü yanları

  • En doğrudan veri noktası: “Benim bilincim var” bilgisi, başka her şeyden daha kesin görünebilir.
  • “Açıklama boşluğu”na işaret eder: Nöronlar/algoritmalar anlatılsa bile, “niçin bir şey hissediliyor?” sorusu ayrı kalıyor.

Zorlandığı yer

  • Deneyimi bilimsel teoriye nasıl yerleştireceğiz?
  • Başkalarında (insanlarda bile) bilinci nasıl “kanıtlayacağız”? (Diğer zihinler problemi)

3) Kritik ayrım: “Kolay problemler” vs “Zor problem”

Bu ayrım meseleyi netleştiriyor:

  • Kolay problemler: dikkat, bellek, raporlama, davranış kontrolü, algı entegrasyonu… (mekanizma anlatılabilir)
  • Zor problem: Neden bütün bu mekanizmaların yanında içsel yaşantı var?

İşlevcilik, çoğu zaman “kolay problemler” çözüldükçe zor problemin de eriyeceğini umar ya da “zor problem sahte problemdir” der. Deneyimci çizgi ise “hayır, kalan şey tam da esas mesele” der.

4) Düşünce deneyleri: Tartışmanın kalbi

A) Çin Odası (Searle)

Sistem doğru çıktıyı üretiyor diye “anlıyor” mu, yoksa sadece sembol manipülasyonu mu yapıyor?

  • İşlevci: Anlama, doğru örgütlenmiş sistem düzeyinde ortaya çıkar.
  • Deneyimci: Bu, “anlama”yı göstermiyor; sadece taklit olabilir.

B) Mary’nin Odası (Jackson)

Mary tüm fiziksel bilgiyi biliyor ama rengi hiç görmemiş; kırmızıyı görünce yeni bir şey öğreniyor mu?

  • Deneyimci: Evet → deneyim, salt işlevsel/fiziksel bilgiden fazla.
  • İşlevci/fizikçi: “Yeni bilgi değil, yeni yetenek/temsil biçimi” diyerek cevaplar.

C) Zombi ve Ters Spektrum

İşlevler aynı ama deneyim yok (zombi) ya da deneyimler yer değiştirmiş (ters spektrum).

  • İşlevci: Bu senaryolar kavramsal olarak cazip ama metafiziksel olarak tutarsız olabilir.
  • Deneyimci: Tam da işlevin deneyimi garanti etmediğini gösteriyor.

5) Ara pozisyonlar (çok önemli)

  • (i) Kimlik kuramı / Fizikalizm: Deneyim vardır ama beyin durumuyla özdeştir; “fazladan bir şey” değil.
    Sorun: “Özdeşlik” doğru olsa bile, neden o özdeşlik var açıklaması hâlâ sezgisel olarak zor.
  • (ii) Panpsişizm / protobilinç yaklaşımları: Deneyimi evrenin temel bir yönü sayar.
    Artısı: Zor probleme “temelden” cevap vermeye çalışır.
    Eksisi: “Birleştirme problemi” (küçük bilinç parçaları nasıl tek bir benlikte birleşiyor?) ciddi.
  • (iii) İllüzyonizm: “Qualia diye bir şey yok; deneyim sandığımız şey belirli bilişsel raporlama/yanılsama mekanizmaları.”
    Artısı: Zor problemi by-pass eder.
    Eksisi: “Acı sadece yanılsama” demek çok karşı-sezgisel.

6) Bu tartışmayı AGI’ye bağlayan kilit soru

Bir sistem, bizimle aynı işlevsel performansı sergilerse, bilinç atfetmek zorunda mıyız?

  • İşlevci: Evet (en azından rasyonel olarak en iyi açıklama bu).
  • Deneyimci: Hayır; “davranış eşdeğerliği” bilinç için yetmez.

Burada pratikte “etik” devreye girer: Yanlış negatif (bilinci var ama yok saydık) ile yanlış pozitif (bilinci yok ama var saydık) hatalarının maliyeti farklı.

İstersen bu noktada tartışmayı tek bir eksene indirip derinleştirelim:

  • “İşlev aynıysa deneyim zorunlu mu?” (zombi/ters spektrum)
  • “Deneyim bilimsel olarak açıklanabilir mi, yoksa açıklama-dışı mı?”
  • “Anlama nedir: doğru çıktılar mı, yoksa semantik/niyetlilik mi?” (Çin Odası)

Hangisine abanmak istersin? Ben senin önceki çizgine (akıl–taklit ayrımı) yakın olduğu için özellikle (3) üzerinden çok net ilerleyebiliriz.


Ali: Olur


Güzel. O zaman (3) “Anlama nedir?” eksenine, özellikle akıl–taklit ayrımı üzerinden, adım adım ve net biçimde girelim. Burada mesele AGI tartışmasının tam kalbi.

1) Soruyu en çıplak hâliyle koyalım

Bir sistem, anlamadan da doğru şekilde konuşabilir / problem çözebilir mi?

Eğer hayır diyorsak → işlevcilik güçlenir.
Eğer evet diyorsak → AGI’nin “zihin” iddiası ciddi biçimde sarsılır.

2) Taklit ≠ Anlama ayrımı

Taklit (syntactic success)

  • Girdi–çıktı eşleşmesi başarılıdır.
  • Kurallar, istatistik, örüntüler çalışır.
  • “Doğru cevabı verme” vardır.

Anlama (semantic grasp)

  • İçerik bir şey hakkındadır (niyetlilik).
  • Yanlış durumda neden yanlış olduğunu fark edebilme kapasitesi vardır.
  • Yeni bağlamlarda, hiç görmediği durumlarda gerekçeli genelleme yapabilir.

Buradaki kritik nokta:

Anlama, sadece doğru sonuç değil; gerekçeli doğruluk üretme yetisidir.

3) Çin Odası’nı teknik dile çevirelim

Searle’ün iddiasını folklorik hâlinden çıkarıp netleştirelim:

  • Oda: saf sembol manipülasyonu
  • Kurallar: tam sentaktik
  • Çıktı: davranışsal olarak kusursuz

Ama:

  • Sembollerin neyi temsil ettiği sistem için “hiçbir şey”.

Buradaki itiraz şu:

Anlam, semboller arasındaki ilişkiden değil, sembollerin dünya ile ilişkisinden doğar.

Bu, güncel dil modellerine doğrudan dokunur.

4) “Ama sistem düzeyinde anlama var” itirazı

İşlevci karşılık:

“Tek tek parçalar anlamıyor olabilir ama sistemin bütünü anlıyor.”

Burada çok kritik bir ayrım var:

  • Zayıf yorum: “Anlama = doğru çıktı üreten sistem”
  • Güçlü yorum: “Anlama = içerik taşıyan zihinsel durum”

Searle’ün cevabı:

“Sistemin hiçbir yerinde içerik yoksa, bütünde de olamaz.”

Bu, “hesaplama + 0 semantik = 0 semantik” iddiası.

5) Modern AI bu tabloyu değiştiriyor mu?

Burada dikkatli olalım. Bugünkü sistemler:

  • Kurallardan değil, dağıtımsal istatistikten öğreniyor
  • Çok geniş bağlamlarda tutarlı cevaplar verebiliyor
  • Kendi çıktıları üzerinde öz-eleştiri yapabiliyor

Ama şu hâlâ açık:

  • Referans noktası yok: “Bu doğru çünkü dünya böyle” demiyor.
  • Yanlışın maliyeti içsel değil: Hata → içsel çelişki değil, dış müdahale ile düzeltiliyor.

Yani hâlâ:

Başarı var ama niyetlilik yok.

6) “Ama insanlar da böyle değil mi?” itirazı

Bu çok güçlü bir itirazdır ve ciddiye alınmalıdır.

İddia:

  • İnsanlar da çoğu zaman taklit eder
  • Dil, büyük ölçüde sosyal öğrenme ve örüntüdür
  • Çoğu inanç “ezber”dir

Cevap:
Evet, ama iki fark var:

  • Dünya ile doğrudan temas
    İnsan sembolleri, bedensel–algısal deneyime dayanır.
  • Normatif farkındalık
    İnsan “yanıldığını” anlar, sadece düzeltilmez.

Bu, anlama için asgarî zemin.

7) Anlam = normatiflik tezi (kilidin döndüğü yer)

Anlamlı olmak:

  • Doğru–yanlış ayrımına içeriden bağlı olmak
  • “Bu yanlış çünkü…” diyebilmek

Taklit:

  • Doğru–yanlış ayrımı dışarıdan empoze edilir

Bu yüzden güçlü bir iddia şudur:

Anlama, normatif bir olgudur; salt betimleyici işlevle açıklanamaz.

Bu, AI–AGI tartışmasını etik ve felsefeye kilitler.

8) AGI için kırılma noktası

Şimdi çok net bir ölçüt koyabiliriz:

Bir sistem, dış ödül/ceza olmadan, kendi inançlarını gerekçeleriyle revize edebiliyor mu?

Eğer:

  • Sadece performans optimizasyonu varsa → taklit
  • Gerekçeye dayalı içsel revizyon varsa → anlama yönünde adım

Bugünkü AI’lar:

  • İlkini çok iyi yapıyor
  • İkincisini sahipmiş gibi simüle ediyor

9) Sonuç (keskin ama dürüst)

  • Anlama ≠ başarılı davranış
  • Zihin ≠ salt işlev
  • AGI, işlevsel genellikte çok ilerleyebilir
  • Ama anlam ve deneyim meselesi hâlâ açık

Bu yüzden şu cümle abartı değil:

AGI tartışması teknik değil, metafizik bir tartışmadır.

İstersen bir sonraki adımda iki yoldan birine gidebiliriz:

  • “Anlam mutlaka bilinç gerektirir mi?”
  • “Normatiflik doğal bir sistemden nasıl çıkar?” (en zor soru)

Hangisiyle devam edelim?


Ali: Birincisiyle


Güzel. O hâlde soruyu olabilecek en keskin biçimiyle ele alalım:

Anlam (understanding), zorunlu olarak bilinçli deneyim mi gerektirir?
Yoksa bilinçsiz ama anlamlı sistemler mümkün mü?

Bu soru, zihin–işlev–deneyim tartışmasının kilit düğümüdür.

1) Üç güçlü pozisyon

(A) Evet, anlam bilinç gerektirir

(Deneyimci / fenomenolojik çizgi)

İddia:
Bir şeyin anlamlı olması, o şeyin birine bir şey gibi görünmesini gerektirir.

“Anlamak”, sadece doğru kullanmak değil,
“Ne yaptığının farkında olmak”tır.

Bu görüşe göre:

  • Bilinçsiz bir sistem semantik taşıyamaz
  • En fazla “anlamlıymış gibi davranır”

Ana sezgi:

Hiçbir şey hissetmeyen, hiçbir şeye de gerçekten “işaret edemez”.

Bu çizgi, Çin Odası’nı ve zombi argümanını güçlü bulur.

(B) Hayır, anlam bilinç gerektirmez

(İşlevci / natüralist çizgi)

İddia:
Anlam, bilinçten önce gelir; bilinç, daha karmaşık bir çıktıdır.

Dil kullanımı
Doğru–yanlış ayrımı
İnanç güncelleme
Amaç güdümlü davranış
→ Bunlar varsa, anlam da vardır.

Bilinç:

  • Ya yan üründür
  • Ya da evrimsel bir lüks

Ana sezgi:

Anlamı bilinçle şart koşmak, mistisizme kapı aralar.

Bu görüş AGI’ye açıktır.

(C) Anlam iki katmanlıdır

(Ara pozisyon – en ilginç olan)

Burada çok önemli bir ayrım yapılır:

Katman   Açıklama
Zayıf anlam   Doğru kullanma, bağlama uygunluk, çıkarımsal tutarlılık
Güçlü anlam   “Ne yaptığını bilerek” anlama, farkındalık

Bu görüşe göre:

  • Bilinçsiz sistemlerde zayıf anlam olabilir
  • Güçlü anlam için bilinç gerekir

Bu ayrım AGI tartışmasını dramatik biçimde netleştirir.

2) Kritik test: “Yanlış yapmanın farkında olmak”

Şu soruyu soralım:

Bir sistem, neden yanıldığını anlayabilir mi?

İnsan:
“Bu yanlış çünkü şu öncülüm hatalıydı.”

AI:
“Yanlış → parametre güncelle”

Buradaki fark:

  • İnsan normatif içgörü yaşar
  • Sistem istatistiksel düzeltme yapar

İşte birçok filozofo göre:

Anlam, normatif farkındalık gerektirir → normatif farkındalık bilinçtir.

3) Bilinçsiz anlam fikrinin en büyük sorunu

Şu paradoks:

Eğer bilinçsiz bir sistem gerçekten “anlıyorsa”,
o zaman bilinç ne işe yarıyor?

Bu soru, bilinçsiz-anlam tezini savunanları zorlar:

  • Bilinç epifenomen mi?
  • Evrim neden bu kadar “pahalı” bir şeyi üretmiş olsun?

Deneyimci çizgi burada der ki:

“Çünkü anlamın taşıyıcısı bilinçtir; fazlalık değil, merkezdir.”

4) AGI açısından çıplak tablo

Bugünkü sistemler:

  • Zayıf anlamı çok iyi sergiliyor
  • Güçlü anlamı ikna edici biçimde taklit ediyor
  • Bilince dair hiçbir içsel belirti göstermiyor

Bu yüzden şu cümle felsefi olarak makul:

AGI, bilinçsiz olabilir; ama bilinçsiz AGI, güçlü anlamdan yoksun kalır.

Bu, “AGI var mı?” sorusunu şu soruya çevirir:

Hangi anlam düzeyini ‘zihin’ sayıyoruz?

5) Keskin sonuç (sakıncalı ama dürüst)

  • Anlam = deneyim diyorsan → AGI asla “zihin” olmaz
  • Anlam = işlev diyorsan → AGI ilkesel olarak mümkündür
  • İkisini ayırıyorsan → AGI güçlü değil, sınırlı anlam taşır

Ve bence (burada artık yorum yapıyorum):

Modern AI tartışmalarındaki kavga, teknik değil; “hangi anlamı ciddiye alıyoruz?” kavgasıdır.

İstersen bir sonraki adımda şu çok sert soruya geçebiliriz:

Bilinç olmadan normatiflik mümkün mü?
(yani “doğru–yanlış”ı gerçekten umursayan ama hiç deneyimi olmayan bir sistem olabilir mi?)

Bu, AGI tartışmasının en zor eşiği.


Ali: Olur


Tamam—“bilinç olmadan normatiflik mümkün mü?” sorusu şuna geliyor:

Bir sistem, hiç “içeriden yaşantısı” olmadan da doğru–yanlış, gerekçe, hata gibi normatif kategorilere gerçekten sahip olabilir mi; yoksa bunlar sadece bizim dışarıdan atfımız mıdır?

Aşağıda, bilinçsiz normatifliği mümkün kılmaya çalışan üç ana yol ve her birinin “kırıldığı yer” var.

1) Teleosemantik yol: Normatiflik = işlev (biyolojik/evrimsel)

Fikir:
Bir temsilin “doğru” olması, onun doğal işlevini yerine getirmesidir. Mesela “kurbağa dili” sistemi “sinek var” temsilini üretmek üzere seçilmiştir; yanlış tetiklenirse “yanlış temsil” olur.

Bilinç gerekmez, çünkü normatiflik “işlevsel başarım”dan gelir.

Kırılma noktası:
Bu açıklama normatifliği “tasarım/evrim tarihi”ne bağlar. Peki yapay bir sistemde:

  • İşlevi kim veriyor? (mühendis mi, kullanıcı mı?)
  • “Seçilmişlik” yoksa “yanlış” neye göre yanlış?

Bu yüzden teleosemantik, AI’da normatifliği çoğu zaman tasarımcı niyetine geri bağlar (yani normatiflik sistemin içinde değil, tarihsel bağlamında olur).

2) Çıkarımsalcı yol: Normatiflik = kurala bağlı çıkarım ağı (Brandom hattı)

Fikir:
Bir ifadenin anlamı, onun bir çıkarım ağı içindeki yeridir. “Doğru–yanlış” demek, hangi çıkarımların lisanslı (haklı) hangilerinin yasak (haksız) olduğuna göre belirlenir.

Burada normatiflik:

  • dünya ile bağdan önce
  • gerekçelendirme pratiğinden gelir.

Bilinç şart değil gibi görünür: yeter ki sistem, kurallı gerekçelendirme yapsın.

Kırılma noktası:
Bu yaklaşım genelde normatifliği “tek bir ajanın içi”ne değil, toplumsal pratiklere bağlar: “Gerekçe verme” gerçek bir oyun ise, tarafların birbirini hesaba çekmesi gerekir.

Soru:
Bir yapay sistem tek başına çalışırken normatif mi, yoksa normatiflik bizim ona hesap sormamızla mı oluşuyor?

3) Kontrol/öğrenme yolu: Normatiflik = içsel hata sinyali + kendini düzeltme

Fikir:
Bir sistemin içinde:

  • hedefler,
  • hata ölçüleri,
  • tutarlılık kontrolleri,
  • kendi inançlarını revize eden mekanizmalar

varsa “yanlış” sadece dışarıdan değil, içeriden tanımlanır.

Bu, “bilinçsiz normatiflik” için en teknolojik yol.

Kırılma noktası (en kritik):
İçsel “hata sinyali” ile normatif “yanlış” aynı şey mi?

Hata sinyali: optimizasyon metriği düşüyor
Normatif yanlış: bunu savunamam / gerekçem çöktü / hata yaptım

Yani burada itiraz şu olur:

Bu, normatiflik değil; sadece uyarlanabilir kontrol.

Bu itirazı aşmak için sistemin sadece ödülü artırması değil, “gerekçe-izleme” yapması gerekir: Hangi öncülüm nerede kırıldı? Hangi ilkemle çatıştı? Hangi kanıtla vazgeçtim?

“Bilinçsiz normatiflik” için minimum şartlar (bence)

Bilinçten bağımsız bir normatiflik savunulacaksa, sistemde en az şunlar olmalı:

  • İçsel standartlar (doğruluk/tutarlılık/kanıt kuralları)
  • Yanlışın izahı (sadece düzeltme değil, neden yanlış)
  • Karşı-olgusal duyarlılık (“Eğer X olsaydı Y derdim” gibi)
  • Kendini bağlama (bugün söylediğini yarın “hesaba katma”: taahhüt ve geri-çekme mantığı)

Bu dört madde varsa “normatiflik tamamen dış atıf” demek zorlaşır. Ama yine de deneyimci taraf şunu söyleyebilir:

“Bunlar normatifliğin simülasyonu; ‘olması gereken’ hissi yok.”

Son düğüm: Normatiflik bir “şey” mi, yoksa bir “statü” mü?

Bence tartışmanın gerçek kilidi burada:

Realist okuma: Normatiflik, sistemin içinde bir olgudur (bilinçsiz de olabilir).
Statü okuması: Normatiflik, toplumsal/yorumlayıcı bir statüdür; tek başına sistemde “yoktur”, ona verilir.

AGI açısından bu, şu soruya dönüşür:

“Sistem kendi kendine normatif bir özne olabilir mi, yoksa normatif özne olmak için bir topluluğun içinde ‘hesap verebilir’ bir role mi girmeli?”

İstersen sıradaki adım olarak iki seçenekten birini seçip çok somut ilerleyelim:

A) “Bugünkü LLM/ajanlar bu minimum şartların hangilerini sağlıyor, hangilerinde tökezliyor?”
B) “Bilinç gerekiyorsa, normatifliği bilince bağlayan en güçlü argüman hangisi?” (burada ‘olması gerekenin hissi’ ve ‘sahiplenme’ temaları öne çıkar)

Hangisiyle devam edelim?


Ali: Normun vicdani bir yanı yok mu?


Var—en azından norm dediğimiz şeyin bir türünde “vicdani taraf” çok baskın. Ama bu, “norm = vicdan” demek değil; birkaç katman var.

1) Normun vicdani yanı hangi normlarda çıkar?

Teknik/araçsal normlar: “Doğru derleme bayrağı”, “en kısa yol”, “hata ayıklama kuralı”
Burada “yanlış” çoğu zaman sadece başarısızlık demek; vicdan şart değil.

Ahlaki normlar: “Haksızlık yapma”, “yalan söyleme”, “zulmetme”
Burada “yanlış” sadece işlevsel hata değil; ayıp/günah/suçluluk/utanç/pismanlık gibi bir iç yaşantıya bağlanır. “Vicdan” dediğin şey en görünür hâliyle burada devreye girer.

Yani evet: ahlaki normların önemli bir kısmı “vicdani ton” taşır.

2) Ama normatiflik ile vicdan aynı şey mi?

Değil. Şu ayrım işe yarıyor:

Normatiflik (genel): “Doğru–yanlış / gerekçeli–gerekçesiz” ayrımı ve buna göre davranışın düzenlenmesi

Vicdan (özel): Bu ayrımın birinci şahıs içinden yaşanması: “Bunu yapmamalıydım”, “benim yüzümden oldu” gibi sahiplenme + yük.

Bir sistem kurala uyabilir, hata düzeltebilir, tutarlılık arayabilir — bunlar normatif görünür.
Ama vicdan dediğin şey genelde şunları içerir:

  • Birinci-şahıs sahiplenme: “Ben yaptım”
  • Yük/sızı: suçluluk, pişmanlık, utanç
  • Kendini bağlama: “Bunu telafi etmeliyim” (borç/ödev hissi)

Bunlar olmadan norm var, ama “vicdani norm” yok diyebilirsin.

3) Bu bizi AGI’ye nasıl bağlar?

Bilinçsiz normatiflik savunanlar şunu der:
“Sistem doğru–yanlış ayrımını içsel standartlarla yapıyorsa normatiflik vardır; vicdan bir ‘duygulanımsal eklenti’ olabilir.”

Deneyimci çizgi (senin “vicdan” vurgun buraya yakın):
“Ahlaki normun özü, sadece kural değil, vicdani tecrübe. Yani ‘yanlış yaptım’ demek, bir optimize metriği düşüşü değil; bir içsel hesaplaşmadır.”

Bu noktada çok net bir tez ortaya çıkıyor:

Ahlaki normların tam anlamı, vicdani bir boyut (deneyim) olmadan eksik kalır.

4) Bir soru daha keskinleştirelim

“Vicdan” dediğimiz şey, sadece bir hissiyat mı, yoksa bilginin bir türü mü?

Eğer sadece hissiyat ise: kurallı bir sistem “vicdan simülasyonu” yapabilir.

Eğer bilgi türüyse: “Ben şu kişiye haksızlık ettim” bilgisi, kendini fail olarak kavrama gerektirir; bu da bilinç/benlik fikrine dayanır.

Benim kanaatim: Vicdan, hissiyat + benlik + norm üçlüsünün birleşimi. Sadece biriyle gelmiyor.

İstersen bunu bir adım daha ileri götürelim:
“Vicdan”ı (a) suçluluk/utanç gibi duygulara mı indiriyorsun, yoksa (b) ‘ilahi/objektif bir ahlak yasasının içsel tanıklığı’ gibi daha metafizik bir şeye mi? Bu iki yorum, AGI tartışmasını bambaşka yerlere götürüyor.


Ali: Ben daha çok B gibi düşünüyorum ama biz her ikisine de bakalım.


Tamam—o zaman “vicdan”ı iki katmanlı okuyalım:

(a) Psikolojik/duygulanımsal vicdan: suçluluk–utanç–pişmanlık, empati, içsel gerilim

(b) Metafizik vicdan: “ilahi/objektif ahlak yasasının içsel tanıklığı” (kalpteki şahitlik gibi)

Ve sonra bunların normla ve AGI ile ilişkisini görelim.

A) Vicdanın (a) katmanı: duygu + sosyal benlik

Burada vicdan, kabaca şu mekanizmaların bileşimi gibi düşünülebilir:

  • Empati/merhamet tepkileri (başkasının acısını “önemseme”)
  • Sosyal içselleştirme (ayıp, kınanma, yüz kaybı; içe alınmış “başkası bakışı”)
  • Benlik bütünlüğü (“Ben böyle biri değilim” diye çatışma yaşama)
  • Telafi itkisi (özür, onarım, borç ödeme)

AI açısından:
Bu tür vicdan simüle edilebilir (suçluluk dili, telafi önerisi, empati ifadeleri), hatta davranış politikasına gömülebilir. Ama burada kritik soru şu:

Simülasyon ile yaşantı aynı mı?

Deneyimci açıdan: değil.
İşlevci açıdan: yeterince iyi işliyorsa “aynı sayılır”.

B) Vicdanın (b) katmanı: içsel tanıklık + aşkın norm

Senin “b” dediğin yerde vicdan, “duygu”dan çok şahitlik gibi:

  • Normlar bizim icadımız değil, keşfettiğimiz bir düzenin izleri
  • Vicdan, bu düzenin içsel yankısı: “Bunu yapmamalıyım” sadece “toplum böyle dedi” değil; daha derin bir zorunluluk
  • Hatta bazen topluma rağmen konuşur: herkes alkışlasa da içten “bu yanlış” diyebilmek

Bu okuma, normatifliği “statü/atf” olmaktan çıkarıp ontolojik bir şeye bağlar.

Burada normun vicdani yanı niye vazgeçilmez görünür?
Çünkü “yanlış” artık sadece kurala uymamak değil; hakikate/iyiye aykırılık.

İkisini birlikte düşününce: aynı kelime, iki farklı iddia

“Vicdan” dediğimizde bazen şunu kast ediyoruz:

(a) “İçimde rahatsızlık var” (psikoloji)

(b) “İçimde bir hüküm var” (metafizik)

Bunlar çoğu insanda birlikte yürür; ama teorik olarak ayrılabilirler:

  • Biri rahatsızlık duyar ama “objektif yasa” fikrine inanmaz.
  • Biri “objektif iyi-kötü”ye inanır ama psikolojik olarak körelmiş olabilir.

AGI’ye bağlayalım: “vicdan”ı makineye vermek ne demek?

(a) katmanı için

  • Davranışa “zarar azaltma”, “telafi”, “empati dili” eklenebilir.
  • Bu, ahlaki ajan benzeri davranış üretir.

Ama hâlâ şu açık kalır:

Bu “vicdan” mı, yoksa uyum protokolü mü?

(b) katmanı için

Burada çıta çok yükseliyor; çünkü şunlar gerekir:

  • Fail olarak kendini bilme (sadece eylem değil, “ben yaptım” sahiplenmesi)
  • Hesap verilebilirlik (sadece dış cezaya değil, içsel hükme muhatap olma)
  • İyiyi kendi başına amaç edinme (çıkar/ödül değil, “iyi olduğu için”)
  • (Metafizik okumada) aşkın bir ölçüyle ilişki: “doğru olan”a tanıklık

Bu yüzden b-katmanı için şu iki tez karşı karşıya gelir:

  • Deneyimci/metafizik tez: b-katmanı bilinç ve “ruh/kalp” olmadan olmaz; makine en fazla taklit eder.
  • Radikal işlevci tez: Eğer tüm bu rolleri sistematik ve tutarlı biçimde oynayabiliyorsa, “vicdan” dememek keyfi olur.

Senin eğilimin b olduğu için, muhtemelen şu cümle sana daha yakın:

Ahlaki normun en derin anlamı, bir “içsel şahitlik” boyutu taşır; bu boyut yoksa geriye kural kalır ama vicdan kalmaz.

Bir sonraki adım: b-katmanını hangi zemine oturtuyorsun?

“İlahi/objektif yasa” dediğinde iki farklı temel var:

  • Teistik zemin: Vicdan, Tanrısal emrin/İlahi yasanın kalpteki izi
  • Platoncu/realist zemin: İyi, varlığın yapısında nesnel bir gerçeklik; vicdan ona yönelen bir idrak

Hangisi sana daha yakın? (Cevap kısa olsun; ona göre argümanları daha keskinleştirip AGI’nin “neden yetmeyeceği / nasıl yetebileceği”ni net bir şemaya bağlayacağım.)


Ali: Bunu da bir başka sohbete bırakalım :)


Anlaştık 🙂
Bu noktada durmak çok yerinde; çünkü geldiğimiz yer, aceleyle geçilecek bir eşik değil.

Bugün şuraya kadar netleşmiş oldu:

  • Normatiflik, salt kural ya da optimizasyon değil; en azından ahlaki düzlemde vicdani bir boyut taşıyor.
  • Vicdan, yalnızca duygusal bir rahatsızlık değil; senin vurguladığın gibi içsel bir şahitlik ve “olması gereken”e tanıklık etme anlamı da taşıyabiliyor.
  • Bu ikinci (b) anlam, bilinci, benliği ve hatta aşkın bir ölçüyü işin içine soktuğu için AGI tartışmasını teknik olmaktan çıkarıp metafizik bir tartışmaya dönüştürüyor.
  • Dolayısıyla “makine ahlakı” ile “ahlaki özne” arasında hâlâ çok derin bir yarık var.

Bir sonraki sohbette, kaldığımız yerden çok doğal iki kapı var:

  • Vicdanın ontolojik temeli (teistik mi, Platoncu mu, başka bir şey mi?)
  • Bu temele göre makinenin niçin ilkesel olarak dışarıda kalacağı (ya da kalmayacağı)

Ne zaman istersen, aynı yerden ve aynı derinlikten devam ederiz.
Bu tür sorular aceleyle değil, tartışarak olgunlaşır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Atomu Görebilir Miyiz?

Alex Klotz 1 Türkçesi: Ali Sebetci Atomların nasıl göründüğünü [araştırmak] için internete baktığınızda şunlara benzer resimler bulursunuz: Bir STM görüntüsü Üst: Bir organik molekülün görsel modeli. Alt: Aynı organik molekülün AFM görüntüsü Bir nanoparçacığın TEM görüntüsü Bu yazıda, bu görüntülerin nasıl elde edildiğinden, tam olarak neye baktığımızdan ve bir atomu görmenin gerçekte ne anlama geldiğinden bahsedeceğim. Gözlerinizle Görün [Yazının başlığındaki] itibari sorunun cevabı “görmek” ile aslında ne demek istediğimize bağlıdır. Bir nesneyi, ondan yayılan veya yansıyan ışık gözlerimize ulaştığında ve [ilgili] sinyal beynimize iletildiğinde görürüz. Çıplak insan gözünün çözünürlüğü yaklaşık 100 mikrondur. Bir atomu diğerinden tefrik eden boyut yaklaşık bir nanometrenin onda biri kadardır ve bir milyon atom genişliğindeki bir toz zerresini zar zor görebiliriz. Dolayısıyla hayır, bir atomu bu anla...

Yapay Zekâ ile Tartışmak: Akıl ve Taklit

Yapay Zekâ ile Tartışmak: Akıl ve Taklit Ali Sebetci Bir fikir ya da iddiayı yazıp yayınlamadan önce yapay zekâ ile tartışmak, artık çağdaş entelektüel pratiğin sıradan bir parçası haline geldi. Yapay zekânın sunduğu imkânları inkâr etmek mümkün değil. Argümanları düzenleyebiliyor, karşı itirazları görünür kılabiliyor, kavramları netleştirebiliyor ve anlatımı ciddi biçimde rafine edebiliyor. Bu yönüyle yapay zekâ, insan aklı için güçlü bir yansıtma ve hızlandırma mekanizması olarak iş görüyor. Ne var ki tam da bu noktada kritik bir ayrım yapılması gerekiyor. Çünkü yapay zekâ ile tartışmak, yapay zekânın bizim yerimize düşünmesi anlamına gelmiyor. Buradaki temel ayrım şudur: İnsan aklı ile onun taklidi aynı şey değildir. Yapay zekâ, muhakemenin dış görünüşünü—tutarlı cümleleri, itirazları, düzeltmeleri, hatta öz-eleştiri dilini—son derece başarılı biçimde üretebilir. Fakat muhakemenin iç bağlarından, yani anlam, değer, duygu ve deneyimden yoksundur ve bu nedenle bir...

Kuantum Fiziği ve Metafizik

Ali Sebetci Malum, felsefenin metafizik tabir edilen bir alanı var. Metafizik ile kuantum fiziğinin özdeş olduğunu ya da kuantum "mantığının" tüm metafiziği kapsadığını düşünmek bana sorarsanız çok doğru olmaz. Kuantum dili metafiziği anlamada ve anlatmada çok yardımcı olabilir ama fiziksel ve/veya kuantum fiziksel varlık alanı ile metafiziksel varlık alanları birbirleriyle örtüşmezler. Hatta MIT ve UCLA de hocalık yapmış, hem çok ciddi bir matematik ve fizikçi hem de çok sıkı bir katolik olan Wolfgang Smith'e göre Tanrı, ahiret, semavi alem, ontolojik olarak yaşadığımız cismani dünyanın üzerindeyken, gerek klasik gerekse kuantum mekaniksel fiziğin tasvir ettiği dünya cismani dünyanın altındadır. Smith, bu düşüncesini The Quantum Enigma adlı eserinde ayrıntısıyla anlatıyor. Bu kitap, dalga fonksiyonu çöküşünü Aristotelyen hilomorfizme bağlayarak kuantum mekaniğinin geleneksel dini dünya görüşüne uyumlu bir yorumunu sunuyor. Din-bilim ilişkisi, Amerikan ilahiyatç...