Sayısal bilimlerde, konularda anlaşmazlıkları çözmek ve ortak bir noktada buluşmak çoğu kez sosyal konulardaki anlaşmazlıkları çözmekten çok daha kolaydır. Bir matematik probleminin çözümü, onu çözmek isteyen kişinin ırkı, dini, sosyal statüsü, dünya görüşü, kişisel zevkleri, duyguları ve tercihlerinden çok fazla etkilenmez. Oysa beşeri konularda ve çatışmalarda bunların hemen hepsi neredeyse en önemli faktörler haline geliyor. İnsanoğlunun hayatının, düşüncelerinin ve duygularının, matematiksel formüllere indirgenebileceğine ve beşeri çatışmaların o yöntemlerle çözülebileceğine inanmıyorum. Ama akıl eden varlıklar olarak temel ve evrensel prensipler üzerinde anlaşabileceğimizi ve onların hakemliğinde bir çok beşeri çatışmayı çözebileceğimizi düşünüyorum.
Sosyal çatışmaları besleyen nedenlerin ilki bu temel ve evrensel prensiplerin entelektüel anlamda yeterince sindirilememesi olarak görünüyor. Sık sık kullanılan “temel insan hak ve özgürlükleri”, “demokrasi”, “hukuk devleti”, “inanç, düşünce, ifade, teşebbüs hürriyeti” gibi kavramlar başka bazı önceliklerle çatıştığında kolayca göz ardı edilebiliyor. Yönetilirken bu prensiplere gösterilen teveccüh ve itimat, yönetirken gösterilmemeye başlıyor. Oysa toplumsal huzur ve barışın bu prensiplerin üzerine bina edilebileceği gerçeği tüm çıplaklığıyla ortada duruyor. Avamın bu prensipleri yeterince sindirememesi, bunları sadece kendi hak ve özgürlükleri söz konusu olduğunda gündeme getirip, komşunun hak ve özgürlükleri söz konusu olduğunda duymazdan gelmesi belki bir ölçüye kadar mazur görülebilir. Oysa havas için bu entelektüel bir zorunluluktur. Karar alıcıların bu entelektüel seviye ve dürüstlüğü yakalamış olması gerekir.
İkinci konu samimiyet meselesidir. İnsan, kendisinin, yakınlarının, sevdiklerinin, mensubu olduğu cemaat ya da partinin çıkarlarıyla çatıştığında prensiplere sadık kalmakta zorlanır. Bazen gerçekleri görmek istemez, bahaneler bulur. Tarafsızlığını ve soğuk kanlılığını kaybeder. Bu insani bir zafiyettir. Ancak, karar alıcı mevkiinde olanlar bu açıdan da kendilerini ve aldıkları kararları kontrol etmek zorundadırlar. Toplumun belli kesimlerinden yükselen sesler önemli işaret fişekleridir ve bunları dikkate almamak prensiplere karşı bir samimiyetsizlik anlamına gelebilir. Evrensel prensipleri yeri geldiğinde bir argüman olarak kullanmak kolay, onlara gerçekten inanıldığını ispatlamak ve bu inanca uygun hareket etmek zordur.
Bir başka konu ise çatışan tarafların birbirleri hakkında kötü niyet beslediklerini düşünmeleridir. Bazen sözler maksadını aşar. Bazen ifade edilmek istenen doğru ve düzgün bir şekilde ifade edilemez. Samimi itirazlardan, kastedilmeyen anlamlar çıkarmak doğru değildir. Asıl olan herkesin niyetinin iyi olduğunu düşünmektir. Yeterince delil olmadan niyetin kötü olduğuna hükmetmek haksızlık olur. Küçük şeylerden, bir kaç cümleden büyük sonuçlar çıkarmak, onları abartmak, çok ileri noktalara taşımak, boşlukları kötü zanla doldurmak hemen hemen hepimizin çok sık yaptığı bir hatadır ve bu hata da çatışmayı çok hızlı bir şekilde istenmeyen noktalara sürükler.
Hepimiz hayata kendi penceremizden bakarız. Kendi mesleğimiz, meşrebimiz bize daha sıcak, daha hoş gelir. Bu yüzden kendi anlayışımıza karşı tabi bir meylimiz vardır. Ancak, olgunluk, büyüklük ve idarecilik kendi düşüncemize uymayan görüşlere saygı duymayı, onlara önyargıyla bakmamayı, onları anlamaya çalışmayı ve kendimizdeki bu meylin farkında olarak karşı görüşleri çok daha hassas bir şekilde değerlendirmeyi gerektirir.
Gerçeği tüm veçheleriyle aynı anda görebilmek, tüm ayrıntılarıyla bilmek bir beşer için imkansızdır. Bir devlet başkanı ya da başbakan dahi olsanız, büyük imkanlar ve teşkilatlara da sahip olsanız gelen bilgilerde yanlışlıklar, yanlış anlamalar, bilinçli – bilinçsiz çarpıtmalar, yönlendirmeler olabilir. Bilgiler size ulaştırılırken süzgeçten geçiriliyor ya da boyanıyor olabilir. Nihai bir karar alırken tüm bu ihtimalleri akılda tutmak gerekir.
Çok nadiren de olsa bazı problemler bir defada, tek ve keskin bir değişiklikle çözülebilir. Oysa toplumsal, tarihi ve sosyal problemlerin genellikle basit çözümleri yoktur. Böyle problemlerin çözümleri ancak çok kapsamlı, çok dikkatli, çok daha ciddiyetle ele alındığında bulunabilir ve o çözümler toplumsal konsensüsle birlikte ancak belli bir süreç dahilinde uygulanabilir. Temelde yatan derin sorunlar bir çırpıda çözülemez. Problemin aslına dokunmayan yüzeysel çözümlerin pek bir kıymeti yoktur ve muhtemel hak ihlallerine ve zaman kaybına değmez.
Maddi dünyanın sahip olduğu fiziksel dengeler gibi beşeri alemin de dengeleri söz konusudur. Maddi çevrenin (sıcaklık, basınç, vs.), ekosistemin doğal bir dengesi vardır. O dengeyi bozmaya çalışmak bir yandan çok büyük güç ve enerji gerektirir öte yandan ciddi sorunlar doğurur. Zaten uzun süre dayanamaz, çevresel dengenin yeniden kurulduğunu görürsünüz. Beşeri çerçevede de benzer kanunların cari olduğunu düşünüyorum. Otoriter – totaliter rejimler, kararlar beşeri ekosistemin doğal dengesine müdahaleye benzer. Temel hak ve özgürlüklere muhalif zorlamalar, serbestçe dolaşmak isteyen hava moleküllerini bir kapa koyup hapsetmek gibidir. Önünde sonunda o kap parçalanır.
Farklı görüşleri, kesimleri uzlaştırmak belki de dünyanın en zor işlerinden biridir. Bu zorluk aslında herhangi bir konuda neredeyse sonsuz sayıda farklı pozisyon, anlayış ve tavrın mümkün olmasında yatıyor. Her birimiz bulunduğumuz yerden bilerek ya da bilmeyerek kendi pozisyonumuzu savunuyoruz. Bu çok zor şeyi başarmak, yani bir uzlaşıya ulaşmak, kapsamlı ve derin bir anlayış, samimiyet ve empati yeteneği, beşeri zaafların farkındalığını gerektiriyor. Tüm bunlara rağmen bir uzlaşı sağlanamıyorsa yapılması gereken karşılıklı birbirine zarar vermek değil işi Adil-i Mutlak’a havale etmektir. İnsanlar, gruplar, cemaatler ve devletler birbirlerini düşman olarak görmemelidir. Tüm insanlığın ortak ve gerçek düşmanı kendi beşeri zaafları ve bu zaafları kullanmayı çok iyi bilen kendi türünün dışındaki düşmanıdır.

Yorumlar
Yorum Gönder