Ana içeriğe atla

Yeni Anayasa Çalışmaları ve Modern Fizik



Yüzeysel bir bakış açısıyla bakıldığında, ingilizcede hard veya exact science denilen fizik ve kimya gibi disiplinlerle soft science denilen sosyal bilimler arasında önemli bir ilişki olmadığı zannedilir. Bu yüzden bir çok okuyucu yeni anayasa çalışmalarıyla modern fiziğin nasıl bir ilgisi olabilir diye düşünecektir. Oysa, eskiden tabiat felsefesi olarak sınıflandırılan bu ‘kesin bilimler’ dahi bazı felsefi önkabullere dayanır ve bu önkabuller farkında olmasak da bizim varlığı ve hayatı nasıl anladığımızı belirler. Dolayısıyla bu fikirler sadece laboratuvarda yapılan deneye değil, hayatımızın her aşamasına, sosyal hayatta aldığımız kararlara, tutum ve davranışlara kadar tesir eder.

Fizik biliminde insanlık tarihi boyunca iki büyük devrim yaşanmıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda özellikle Galileo ve Newton’un çalışmalarıyla antik fizik dediğimiz Aristo fiziği terk edilmiş yerine şimdi klasik fizik denilen Newton fiziği konmuştur. Antik fizik evreni ayaltı ve ayüstü olmak üzere iki farklı bölgeye ayırır ve bu iki kozmik bölgede farklı fiziksel yasalar olduğunu söyler. Örneğin doğal hareket, ayaltı bölgesinde dünyanın merkezine veya dışarıya doğru doğrusal hareket iken, ayüstü bölgesinde merkezi dünya olan çember üzerinde dairesel harekettir. Buna karşılık Newton fiziği ayaltı ve ayüstü bölgelerinde aynı fiziksel yasanın geçerli olduğunu söyler ve dalından kopan elmanın hareketiyle, dünyanın güneş etrafındaki dönme hareketinin aynı basit yasayla açıklanabileceğini öğretir.

Bu tek örnekle tüm gücünü ve güzelliğini açıklayamayacağımız Newton bilimi kısa zamanda fizik dünyasını çok aşmış, yaygın kültürü derinden etkilemiş, yeni değerler, yeni teknolojiler, yeni tasavvurlar üreterek yep yeni bir ‘bilimsel dünya görüşü’ haline gelmiştir. Artık batı medeniyetinin yaratıcı odak noktası Hristiyanlık dini değil, bu yeni ‘bilimsel dünya görüşü’dür. Newton fiziğine dayanan dünya görüşünün en belirgin metaforu makinedir. Newton, evreni devasa bir makine şeklinde tarif eder. Bu ‘bilimsel dünya görüşü’ne göre tüm evren tıpkı bir makinenin daha küçük parçalardan oluşması gibi (mekanizm) basit ve ayrı birtakım parçalardan oluşur (atomculuk ve indirgemecilik), evrendeki tüm olaylar katı sebep-sonuç yasalarıyla belirlenir (determinizm). Ian Marshall ve Danah Zohar’ın Kim Korkar Schrodinger’in Kedisinden isimli eserlerinde söyledikleri gibi bu mekanik-indirgemeci-determinist evren anlayışının endüstri devrimindeki rolünü görmek, John Locke’un bireyselciliğindeki, Adam Smith’in öz-çıkar ekonomisindeki, Auguste Compte’un pozitivizmindeki, Karl Marx’ın determinist tarih anlayışındaki, Charles Darwin’in indirgemeci-evrimci biyolojisindeki, Sigmund Freud’un psikanalizindeki izlerini takip etmek zor değildir.

Bugün yeryüzünde yaşayan insanların büyük bir bölümü farkında olsa da olmasa da eşya ve hadiseleri bu mekanik-indirgemeci-determinist önkabuller çerçevesinde düşünmektedir. Hemen hemen hepimiz mutlak ve objektif bir mekan ve zamanın varlığına inanırız. Zaman hepimiz için aynı hızla, durdurulamaz bir biçimde akar gider. Birisi için aynı anda olan iki olay herkes için aynı anda olmuştur. Olaylar birbirlerine sıkı bir sebep-sonuç ilişkisi içinde bağlıdır. İnsan yaşayan bir makinedir ve henüz elektromekanik ayrıntıları anlaşılamamış akıl mekanizmasına sahiptir. İşte bu zihni zemin doğal olarak organizasyonlarımızı, örgütlerimizi, hukuk sistemimizi, anayasamızı kurgulama biçimimize yansır. İşte bu yüzden siyasette, yönetim ve iktidar mekanizmasının çarklarından, tekerlerinden söz ederiz. Bir çok şirket ve kurumun organizasyon şeması, işleyiş düzeni, kural ve yönetmeliklerinin arketipi, yöneticilerinin bilinçaltındaki model işte bu mekanik-indirgemeci-determinist dünya görüşüdür. Oysa bu düşünme biçiminin hayatımızın tüm alanlarına bu derinlikte yayılmış olması artık sorgulanmaya başlanan sonuçlar doğurmuştur.

Fizik bilimi, 20. yüzyılın başlarından itibaren bir yandan Einstein’in izafiyet teorisi, öte yandan kuantum mekaniğinin ortaya çıkmasıyla modern fizik dediğimiz son evresine girdi. Bu teoriler, zaman, mekan, kütle, elektrik yükü gibi temel fiziksel boyutlar hakkındaki gerçeklik anlayışımızı temelinden sarstı. Einstein’ın genel izafiyet teorisi, Newton’un tasavvur ettiği gibi mutlak, düzgün, sabit üç boyutlu bir uzay ve tek boyutlu bir zamanda yaşamadığımızı, izafi, dinamik ve içindeki madde ve enerjiyle geometrisi değişen dört boyutlu bir uzay-zaman içinde yaşadığımızı söylemektedir. Bu teorinin ima ettiği sonuçlardan birisi katı cisim diye bir şeyin olmadığıdır.

Klasik fiziğe (mantığa) göre bir parçacık dalga özelliği, bir dalga ise parçacık özelliği göstermez. Oysa kuantum fiziği elektron dediğimiz yapının bazen parçacık bazen dalga gibi davrandığını söyleyerek bizi yeni bir anlayış biçimi üretmeye zorlamaktadır. Kuantuma göre bir deneyin sonucunda ortaya çıkacak sonuç önceden kesin olarak bilinemez. Ancak hangi ihtimalle hangi sonucun çıkacağı söylenebilir. Kuantum mekaniğinin bu yorumuna göre tabiat ontolojik anlamda deterministik değil probabilistik (olasılı) olarak işlemektedir. Kuantum mekaniğinin ‘klasik bilimsel dünya görüşünden’ ayrılan bir başka özelliği ise bütünsel (holistik) bakış açısıdır. Bu bakış açısında bütün, parçaların toplamından farklı, ondan daha fazla bir şeydir. Parçaların toplamı bütüne sadece bir yaklaşım sağlayabilir ama onu tam olarak ifade edemez. Kuantum mekaniğine göre incelediğiniz sistemin bir özelliğini çok hassas bir şekilde kontrol etmek istediğinizde o özellikle belli bir ilişkiye sahip başka bir özellik üzerindeki kontrolünüzü kaybedersiniz.

Özel relativitenin ışık hızına yakın hızlarda, genel relativitenin makro alemde, kuantum mekaniğinin ise mikro alemde klasik fiziğin öngörülerinden ayrıldığı, insanoğlunun yaşadığı hız ve boyutlarda klasik fiziğin yeterince iyi sonuçlar verdiği doğrudur. Bu bakımdan, anayasa hazırlığı gibi sosyal konularda modern fiziğin ima ettiklerini dikkate almanın gereksiz, anlamsız, fantastik olduğu düşünülebilir.

Bizim burada hatırlatmaya çalıştığımız şey beşeri tavırlarımız, davranışlarımız ve kararlarımızın, varlığı ve hayatı nasıl anladığımızla temelden ve doğrudan ilgili olduğudur. Bu yüzden eğer insanoğlunun bilim macerasının varlığı ve hadiseleri anlamaya bir katkısı varsa ve bu maceranın yeni felsefi ve metafizik sonuçları doğmuşsa bu yeni sonuçların tüm beşeri faaliyetlerde felsefi ve metafizik anlamda hesaba katılması, dikkate alınması gerektiğidir. Yazılacak anayasada ortaya konacak kanunlar formule edilirken mekanik-indirgemeci-determinist dünya görüşünün etkisinin ne olduğunun bilinmesinin, bu dünya görüşünün temellerinin zannedildiği kadar sağlam olmadığının farkında olunmasının faydalı olacağına inanıyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Atomu Görebilir Miyiz?

Alex Klotz 1 Türkçesi: Ali Sebetci Atomların nasıl göründüğünü [araştırmak] için internete baktığınızda şunlara benzer resimler bulursunuz: Bir STM görüntüsü Üst: Bir organik molekülün görsel modeli. Alt: Aynı organik molekülün AFM görüntüsü Bir nanoparçacığın TEM görüntüsü Bu yazıda, bu görüntülerin nasıl elde edildiğinden, tam olarak neye baktığımızdan ve bir atomu görmenin gerçekte ne anlama geldiğinden bahsedeceğim. Gözlerinizle Görün [Yazının başlığındaki] itibari sorunun cevabı “görmek” ile aslında ne demek istediğimize bağlıdır. Bir nesneyi, ondan yayılan veya yansıyan ışık gözlerimize ulaştığında ve [ilgili] sinyal beynimize iletildiğinde görürüz. Çıplak insan gözünün çözünürlüğü yaklaşık 100 mikrondur. Bir atomu diğerinden tefrik eden boyut yaklaşık bir nanometrenin onda biri kadardır ve bir milyon atom genişliğindeki bir toz zerresini zar zor görebiliriz. Dolayısıyla hayır, bir atomu bu anla...

Kuantum Fiziği ve Metafizik

Ali Sebetci Malum, felsefenin metafizik tabir edilen bir alanı var. Metafizik ile kuantum fiziğinin özdeş olduğunu ya da kuantum "mantığının" tüm metafiziği kapsadığını düşünmek bana sorarsanız çok doğru olmaz. Kuantum dili metafiziği anlamada ve anlatmada çok yardımcı olabilir ama fiziksel ve/veya kuantum fiziksel varlık alanı ile metafiziksel varlık alanları birbirleriyle örtüşmezler. Hatta MIT ve UCLA de hocalık yapmış, hem çok ciddi bir matematik ve fizikçi hem de çok sıkı bir katolik olan Wolfgang Smith'e göre Tanrı, ahiret, semavi alem, ontolojik olarak yaşadığımız cismani dünyanın üzerindeyken, gerek klasik gerekse kuantum mekaniksel fiziğin tasvir ettiği dünya cismani dünyanın altındadır. Smith, bu düşüncesini The Quantum Enigma adlı eserinde ayrıntısıyla anlatıyor. Bu kitap, dalga fonksiyonu çöküşünü Aristotelyen hilomorfizme bağlayarak kuantum mekaniğinin geleneksel dini dünya görüşüne uyumlu bir yorumunu sunuyor. Din-bilim ilişkisi, Amerikan ilahiyatç...

Cismani Dünyayı Mı Algılıyoruz?

Wolfgang Smith 1 Türkçesi: Ali Sebetci İnsanoğlu çok eski zamanlardan beri dünyaya gerçekten baktığını varsayıyordu, yani algıladığımız nesnelerin ‘zihinsel’ değil de ‘gerçek’ olduğunu. Yarı karanlıkta bir halatı yılan zannetmek gibi yanlış algılar tabi ki mümkündü, ancak algının hatalı gerçekleşmesine neden olan şartların normalde onun doğru çalıştığını ispatladığı düşünülüyordu. Ayrıca görsel algıyla ilgili bu realist anlayış, Aydınlanma diye bilinen döneme kadar sadece sıradan ve eğitimsiz insanların değil öncü filozofların da benimsediği bir şeydi. Şüphesiz aykırı düşünceler de vardı: söz gelimi Democritus, “ renk, tat ve acının ” sadece varmış gibi göründüğünü, “ aslında sırf atomların ve boşluğun mevcut olduğunu ” iddia ediyordu. Ancak bu düşünce antik dönemin egemen okulları tarafından kararlı bir şekilde reddedildi. Fakat Aydınlanma ile birlikte bu heterodoks Weltanschauung (dünya görüşü) Batı medeniyetinin eğitimli tabakası arasında neredeyse evrensel bir kabule ma...