Tüm ülke olarak yaşadığımız bu tarihi günler bir kez daha çok net bir şekilde gösteriyor ki bizim henüz anayasası, yasaları ve kurumlarıyla sağlam temellere oturan, düzgün ve güvenilir bir biçimde çalışan, yüksek demokratik standartlara ulaşmış ne bir devlet mekanizmamız, ne bu mekanizmayı takip edecek bağımsız medyamız, ne de o yüksek standartları özümsemiş toplumsal bir çoğunluğumuz var. Toplumumuzun büyük bölümü her hangi bir çatışmada hemen kamplaşıyor ve tartışmalar büyük oranda yüzeysel ve konjonktürel bir çerçevede devam ediyor. Karşı karşıya kaldığımız krizde bir çıkış yolu bulmak ne kadar da zor. Zira ne ülkemizi yöneten hükümete, ne yasalarımızı çıkaran parlamentoya, ne davalarımızı gören mahkemelere, ne o mahkemelerin bağlı olduğu üst yargıya, ne milli istihbarat teşkilatımıza, ne askerimize, ne polisimize, ne savcımıza, ne medyamıza, ne cemaatimize, ne de sivil toplum kuruluşumuza güvenimiz kalmış.
İleri demokratik, hukuk devleti standartları söylem düzeyinde hemen tüm tarafların kabul ettiği bir şey gibi görünüyor. Bu ideal, Eflatun’un bir ideası gibi orda bir yerde duruyor. Ancak iş bu standartların nasıl gerçekleştirileceğine, o idealin pratiğe nasıl döküleceğine geldiğinde ayrışmalar, anlaşmazlıklar başlıyor, samimiyetsizlikler gün yüzüne çıkıyor. Hemen her kesimin dilinde demokrasi ve hukuk devleti var. Oysa ülkemizin pratik hayatında işler pek de öyle olması gerektiği gibi yürümediğinden hiç kimse kendi gücü ve imkanını gerçekten de o fikre uygun şekilde kullanmıyor. Örneğin, ne iktidar partisi, ne muhalefet partileri ne de siyaset dışı diğer toplumsal aktörler kamusal görevlere atama veya atanma fırsatı bulduklarında o ileri demokratik, hukuk devleti standartlarını pek hatırlamıyorlar. Bu atamalarda birinci önceliğe sahip olması gereken liyakat ve uzlaşı bir takım faydacı anlayışlar yüzünden yerini kolayca sadakate bırakıveriyor.
İleri demokratik, hukuk devleti standartları pratikte şeffaf olmayı, çoğulculuğu ve uzlaşmacılığı gerektirir. Bu konuların hiçbirinde çatışan çok sayıda aktörden herhangi birinin diğerlerinden önemli ölçüde farklılık gösterdiğini göremiyoruz. Bu bağlamda Şeffaflık Derneği’nin temiz siyaset için siyasetçilerin ve üst düzey kamu görevlilerinin mal varlığını açıklamaları yönünde başlattığı kampanyaya neredeyse hiç ilgi gösterilmemesi bu sorunların arkasında yatan asıl soruna işaret ediyor. Neden farklı kesimlerden sivil toplum kuruluşları ve baskı grupları medya patronlarının medya dışında başka işler yapmasını önleyecek düzenlemelerin çıkarılması konusunda seslerini birleştiremiyor, ortak hareket edemiyor? Neden toplum olarak siyasilere ve diğer aktörlere hepimizin ortak menfaatini bulup uzlaşmanız gerekiyor, uzlaşmayı öğrenemezseniz size yeniden oy vermem, destek olmam diyemiyoruz? Neden farklı siyasi görüşlere sahip olsak da hakkın, hukukun yanında yer alamıyoruz? Çünkü bir çoğumuz şeffaflığın, çoğulculuğun, uzlaşma ve anlaşma kültürünün dönemsel çıkarlardan, aidiyet duygusundan çok daha önemli olduğunu, ortak çıkarlarımızın, toplumsal barış ve huzurun bu değerlerden geçtiğini, bunu başarırsak çok daha sağlıklı bir şekilde ilerleyebileceğimizi bilmiyor. Bilenlerimiz de buna uygun hareket etmiyor.
Toplumumuz farklı etnik, siyasi, dini inanç ve dünya görüşlerine sahip kesimlerden oluşuyor. Bu kesimlerin her biri kendi anlayış ve önceliklerine sahip. Tüm kesimler için iki temel yol var, birincisi "en adil, en dürüst, en temiz biz olduğumuzdan hukuku (devleti) bizim yönetmemiz gerekir, dolayısıyla onu ben ele geçirmeliyim, kadroları benim gibi düşünen insanlarla doldurmalıyım" yolu, ikincisi "bakın bu meseleleri büyük oranda halletmiş milletler, insanlar var, onların standartları konusunda anlaşalım, hukuku biz de yönetmeyelim siz de, birlikte hükmüne razı olacağımız bir sistem kuralım” yolu. İleri demokratik, hukuk devleti söyleminde bulunan herkesin gerçekten ikinci yol için çalıştığını daha ikna edici bir şekilde ortaya koyması gerekiyor. Siyasi - gayri siyasi, elinde bir güç bulunduran, halkın teveccühüne mazhar olmuş her kesimin dışarıya doğru kullandığı demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve hukuk devleti argümanlarını içeriye doğru özümsemesi ve mikro seviyede bu değerlere uygun hareket etmesi gerekiyor. Sizin idealleriniz diğerlerinin haklarını tehdit etmese bile birinci yolu seçtiğinizde diğer hiç bir grup buna razı olmuyor. Çünkü zaten herkes kendisi için aynı şeyi istiyor ve söylüyor.
Mevcut çatışmanın görünen görünmeyen tüm tarafları, krizin tüm aktörleri o ya da bu ölçüde bir güven bunalımı yaşıyor. Bu bunalımdan çıkmanın tek yolu olarak karşı tarafın yaptığı yanlışların sıralanması görülüyor. Oysa güven tazelemenin yollarından birisi de kendi yaptığımız yanlışları fark etmek, bunları kabul etmek ve onlardan vazgeçmektir.

Yorumlar
Yorum Gönder